Doğu ve Batı bloğu olarak ikiye ayrılarak soğuk savaşın başlaması, ülkenin İsmet İnönü liderliğinde Amerika’nın başını çektiği batı bloğunun içinde yer alması ve San Fransisco toplantısında alınan kararlar sonucunda ilk çok partili demokrasi denemelerinin başladığını konu etmiş ve Demokrat Parti’nin kuruluş hikâyesini anlatmıştım. Bütün bunlar, Kurtuluş Savaşımızda bize önemli yardımlarda bulunan Rusya’nın, 2.Dünya Savaşının başında ve sonunda liderleri Stalin’in patavatsızlığı ve öngörüsüzlüğü yüzünden Türkiye’yi tehdit etmesinin bir sonucuydu. 1953 yılında Sovyetler Birliğinin, Boğazlardaki ve Doğu Anadolu’daki toprak taleplerinden vazgeçtiğini bildirmesi bir sonuç vermemiş, Türkiye tercihini yaparak demokrasi yolunda ilk adımlarını atmıştı.

Demokrat partinin kuruluşu aslında İnönü’nün de isteğiydi. Kurucu dörtlünün lideri Celal Bayar’ın İsmet İnönü’yle 3 Aralık 1945 de yaptığı baş başa görüşme önemlidir. Görüşmede İnönü, özellikle laiklik konusundaki hassasiyetini belirtti ve Demokrat Partinin bu konuda ne düşündüğünü sordu. Aldığı cevap gayet netti;

-Laiklik konusunda en ufak bir şüphemiz yoktur. Hatta laiklik ilkesinin dinsizlik olmadığını programımıza koyduk

O zaman mesele yoktu. Türkiye demokrasi için uzun ve  ince bir yola çıkmıştı. (Bir evvelki sayıda yazdığım DP’nin kuruluş sürecini ES GAZETE VE GAZETE NEWS’deki köşemde bulabilirsiniz)

PEŞREV

Her ne kadar parti kurulmuşsa da neticede Demokrat Parti Cumhuriyet Halk Partisinin içinden geliyordu. Bu yüzden ilk günler birbirlerine nasıl davranacakları konusundaki acemiliklerle geçti. Her iki partinin içinde “şahinler” ve “güvercinler” vardı. O günkü deyimle “Müfritler” ve “Mutediller”. Müfritler sertlik, Mutediller daha barışçıl kanadı temsil ediyordu. Başta Demokrat Parti olmak üzere farklı siyasi eğilimlerden çeşitli partilerin kurulmasıyla birlikte tek parti döneminden kalan düzenlemelerin tasfiyesi gündeme gelmişti. 1946 yılında CHP ve DP arasında en temel tartışmalardan birisi Cumhurbaşkanlığı makamıyla Parti Genel Başkanlığı makamının birbirinden ayrılması konusu oldu. Demokrat Partililer, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün aynı zamanda iktidar partisinin de başında bulunmasını demokratik gelişme bakımından mahzurlu bulmuşlardı. İnönü’nün partisinden ayrılmasını istiyorlardı. Aslında 1946 yılının tek parti yasalarında muhalefet için her türlü sınırlayıcı önlem var olmaya devam ediyordu.

CELAL BAYAR

Bütün bunlar ortada olmasına rağmen Celal Bayar ılımlı bir muhalefetten yana tavrını koydu. Çünkü halk henüz demokrasiye alışkın değildi ve 1930’da Atatürk’ün Fethi Okyar’a kurdurduğu Serbest Fırkanın İzmir mitinginde çıkan olaylar yüzünden kapanmasından ders çıkarıyordu. Metin Toker’e şöyle söylemişti;  “İki Jandarma gönderebilirler ve partiyi kapatabilirler ve memlekette hiçbir şey olmazdı. Fakat ben İnönü’nün bunu arzulamadığından emindim.” DP’nin sert muhalefet yanlısı kanadı İnönü’nün böyle bir şey yapamayacağını, yaparsa İngiltere ve Amerika’nın desteğinden mahrum kalacağını o yüzden muhalefet ne yaparsa yapsın ona tahammül etmeye mecbur olduğunu düşünüyorlardı. Oysa bu teorinin gerçekle bir ilgisi yoktu. Evet demokrasiye geçiş uluslararası toplumda itibar kazandırabilirdi ama demokrasiye geçmeseydi İnönü’yü kimse zorlayamazdı. Çünkü Amerika ve İngiltere için 1946 yılında artık bir ülkenin hangi rejimle yönetildiği değil, Sovyetler karşısındaki stratejik konumu önemliydi ki Türkiye bu konuda vazgeçilmez bir ülkeydi.

YOLA ÇIKIŞ VE SİYASİ HESAPLAR

1946 Ocağından itibaren Demokrat Parti taşra teşkilatlarını kurmaya başladı.

2.Dünya Harbi sırasında tarımda çalışan genç nüfusun askere alınması ve araç-gereç yetersizliği nedeniyle 1945 yılı tarımsal hasılasının düşmesi, ithalatın zorlaşması, mal tedarikinde çekilen sıkıntılar ve yoklukların faturası İnönü’ye çıkarılıyordu. Bu arada Türkiye'de üretim hızla gerilemiş, tarıma dayalı ekonomi 1946 yılının sonuna sıkıntıya düşmüştü. Nitekim Cumhuriyet tarihinin ilk devalüasyonu o yıl yapılmış, 1 dolar 1,29 Liradan, 2.80 Liraya yükselmişti.  Kafalarda ekonomideki sıkıntı daha da büyümeden ve DP taşra kuruluşunu tamamlamadan erken seçim yapılması fikri doğdu.

SEÇİM KANUNU

1946 yılındaki CHP kurultayında İnönü’nün parti genel başkanlığı değişmezliği ve Milli Şefliği kaldırılmış ve bazı kanunlar çıkarılması için ilke kararı alınmıştı. Bu karara dayanarak seçim kanununda değişiklikler yapıldı. İki dereceli seçim yerine tek dereceli seçim esas alındı.  (Yani üyelerin direkt olarak mebus adaylarını seçebilmesi usulü) Hükümetin gazete kapatma yetkisi kaldırıldı. Sınıf esaslı parti kurulması serbest bırakıldı. Böylece seçimlere Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Kalkınma Partisi, Liberal Demokrat Parti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi ve Yalnız Vatan İçin Partisi olmak üzere altı parti katılabiliyordu. Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Sosyalist Parti de bu yasadan yararlanarak seçime girmek isteseler de savaş sırasında kurulan Sıkıyönetim Mahkemeleri tarafından kapatıldılar. Böylece seçimin CHP ve DP odaklı olacağı da belli oldu.

Çok partili demokrasiye geçildikten sonra seçim sistemi üzerinde değişikliğe gitmek de zorunluydu. Bu amaçla 31 Mayıs 1946 tarihinde TBMM’ye sunulan yasa tasarısı seçimlerin “açık oy, gizli tasnif” esasına göre yapılmasını öngörüyordu. DP’liler itiraz edip seçim güvenliğinin yargı tarafından sağlanmasını ve nisbi temsil sisteminin kabulünü savunmuşlarsa da CHP’nin sunduğu tasarı 5 Haziran 1946 tarihinde yasalaştı. DP’nin henüz tüm illerde teşkilatlanamaması ve ekonomiden kötü sinyaller gelmesi CHP’yi harekete geçirdi. 26 Nisan’da toplanan CHP Meclis Grubu, Eylül 1946’da yapılması gereken belediye seçimlerinin Mayıs 1946’da yapılmasını sağlayan tasarıyı kabul etti. Bu kanun iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkileri bozarken giderek artan bir gerginlik sürecinin de başlamasına neden oldu.1947 yılı Ekim ayında yapılacak milletvekili genel seçimleri de erkene alınarak 21 Temmuz 1946 günü yapılmasına karar verildi. DP sert tepki gösterdi ve Celal Bayar Belediye seçimlerine katılmayacaklarını açıkladı. Ortalık gittikçe gerginleşiyordu. Demokrat Parti, Belediye seçimine katlımın az olmasını bekliyor ve bunu teşvik ediyordu. Nitekim 26 Mayıs’taki Belediye seçimlerinin sonuçları seçime katılımın birçok yerde az olduğunu gösterdi. Ancak DP’nin bu tavrı bu sefer CHP’de rahatsızlık yarattı. CHP’li Nihat Erim bir açıklama yaparak aba altından sopa gösterdi ; “Sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu bir müddet için hürriyet ilahının üzerine bir şal örtmek ve yukarıdan aşağı bir otorite tesis eylemektir.”  Lafın kısası şuydu; “yeniden tek partili rejime dönebiliriz.” Celal Bayar’ın ise genel seçimlere katılmama gibi bir niyeti zaten yoktu. “Pekâlâ, biz de seçime giriyoruz” dedi.

DEVLET Mİ HALK MI?

Aslında bu ikilem anlamsız bir sorudur. Devletle halk ayrılır mı? Devletin çıkarı aynı zamanda halkın çıkarıdır. Ama o zamanın inancı ve algısı böyle değildi. Devlet ceberut, halk mağdurdu. Bu inancın sebepleri malumdur; Tek parti döneminde devleti eleştirmek zordu. “Jandarma baskısı” diye bir şey vardı. Bununla ilgili örnekler basına yansımış, halkta Jandarmanın dayak atmak için kurulmuş bir örgüt olduğu algısı yaratmıştı. Savaş sırasındaki darlıklar, fiyat artışları, “Şekeri beş liradan sattırdılar”, “Sigarayı 50 kuruşa içirdiler”, “Ekmeği karneyle aldırdılar” gibi suçlamaların faili ve tüm bu kötülüklerin sahibi CHP yani devlet oluyordu. Demokrat partiyse tüm bunlara son vermek için devletin karşısında halkın yanında olan partiydi.

ARTIK SIRA MEYDANLARDA

Halkın büyük bir kısmı yeni partiyi benimsemeye hazır görünüyordu. Yalnız ”Demokrat “ sözcüğü pek dillerine oturmamıştı. Kelime yabancıydı. Ama biz Türkler bu konuda hiç çözümsüz kalmadık. Kimler yaptıysa “Demokrat” kelimesi bir anda “Demirkırat” oldu. Yani demirden bir kır at. Demir Kır At zamanla partinin sembolü haline geldi. Yurt gezilerine çıkan Demokrat Partililer kır bir ata binmiş atlılarla karşılandılar. Yıllar sonra DP’nin devamı amacıyla kurulan Adalet Partisinin de sembolü “Kır At” olacaktı.

Temmuz ayının ilk haftasında afişler asılmaya başladı. DP listelerindeki ekseriyet değişik kesimlerden ve ilk defa meclise gireceklerden oluşuyor,  CHP listeleri ise eskiyi temsil ediyordu.  Bu sırada enteresan bir gelişme oldu. Emekliye ayrılırken CHP’nin milletvekilliği teklifini “Siyaset benim işim değil” diyerek geri çeviren Mareşal Fevzi Çakmak DP’nin listelerinden aday oldu. Ancak partiye üye olmadı. O dönem bir partiye üye olmadan parti listelerinden “bağımsız” aday olunabiliyordu. Mareşal’in gönlünde ileride Cumhurbaşkanı olabilmek yatıyordu. Ama olmadı.

SEÇİM SİSTEMİ VE SANDIK

Seçim sistemi çoğunluk sistemiydi. Partilerin oy pusulaları ayrı ayrıydı. Adaylardan birinin üstünü çizip yerine başka bir isim yazılabiliyordu. Bunun çok başvurulan bir yöntem olmayacağı belliydi. Yarış pusulalar arasında olacaktı. Bu durumda hangi parti en çok oyu alırsa o ilin tüm milletvekilliklerini kazanıyordu. Aynı isim birden fazla ilde aday gösterilebiliyor, birkaç ilden seçilirse istediği ilden milletvekili olabiliyordu. Mesela Adnan Menderes Aydın, Kütahya ve Mersin’den aday gösterilmişti. Kütahya’dan milletvekili oldu. Fevzi Çakmak dört ilde (Ankara, İstanbul, İzmir ve Erzurum) aday gösterildi. İstanbul’u tercih etti. CHP’nin en çok kullandığı seçim aracı radyoydu. İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu “devlet görevlisi” olduğundan tüm konuşmaları yayınlanıyordu. Muhalefetin böyle bir şansı yoktu. 1950 seçimlerinden evvel muhalefetin de radyodan yararlanması geleneği başlatıldı ama DP iktidar olunca ilk işi bu usulü kaldırmak oldu.

SONUÇ

1946 seçimleri bu şartlar altında yapıldı. Bu seçimin adil olmadığı tartışılmaz. 465 milletvekilinin 397’sini CHP, 7’sini bağımsızlar ve her şeye rağmen 61’ini DP kazandı. İyi tarafından bakarsak çok partili hayata kör topal bir başlangıç yapılmış ve seçimler sakin geçmişti. İronik tarafı ise şuydu; bu seçim adaletsizdi ama yasal olarak hileli değildi. Çünkü “hile” gizli yapılır, yasaya aykırıdır ve inkâr edilir. Oysa onca adaletsizlik yasalarla, halkın ve devlet görevlilerinin önünde açık ve aleni olarak yapılmıştı. CHP tarih önünde bunu kabullendi ve inkâr etmedi. Ama halk bunun acısını 1950 seçimlerinde çıkaracaktı.

77 yıl geriye bakmayınız. Aslında o gün olanlar bugün de oluyor.

(Kaynaklar ; :Bir Dönem Bir Çocuk- Altan Öymen,  Ahmet Gülen- Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,-     

M. Fatih İstemihan http://www.akademiktisat.net/ -Türkiye ekonomisinin 1946-1953 döneminde uluslararası ekonomiye farklı bir eklemlenme denemesi, Osman Akandere-1946 Genel seçimleri ve sonuçları üzerinde iktidar ve muhalefet partileri arasında yapılan tartışmalar)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.